19 Mayıs 2016 Perşembe

İLETİŞİM VE TEKNOLOJİ İLİŞKİSİ



İLETİŞİM ve TEKNOLOJİ İLİŞKİSİ

Teknoloji (technology) kelimesi Yunanca sanat, el yapımı, zanaat anlamındaki techne kelimesi ile bir şeyi bilmek ve üzerine çalışmak anlamındaki logia kelimesinin bileşiminden oluşmaktadır (Klien, 2003:210). Esas itibariyle teknoloji kavramının en yaygın kullanımı insan yapımı, doğal olmayan her türlü nesneyi içine alacak kadar geniştir. Teknoloji kavramı, bir ürünün tüm üretim aşamalarını beşeri boyutlarıyla birlikte içine alan anlamda; know-how ve yöntem anlamlarında; sadece belli fiziki yapısı olan bir donanımın üretimi değil onun kullanımını da içeren anlamda kullanılabilir (Klien, 2003: 210). İç içe geçen farklı kullanımları olsa da özünde, teknoloji, insanın doğayı kendi istek ve arzuları doğrultusunda dönüştürmesi sürecidir. 

Teknolojiyi, süreç olarak kavramak son derece önemlidir. Çünkü teknoloji pek çok insanın düşünme eğiliminde olduğu üzere, bilgisayarlar, yazılımlar, uçaklar, ilaçlar, mikrodalga fırınlar vb gibi dokunulabilir insan yapımı nesnelerden daha fazla bir şeydir. Teknoloji, teknolojik araçların tasarımı, üretimi, işletimi ve tamiri için gereken altyapının tümüdür. Araştırma geliştirmenin yapıldığı üniversiteler ve şirketlerden, üretimin gerçekleştirildiği fabrikalara ve bakım tesislerine dek her şeyi teknoloji denilen süreçle birlikte düşünmek gerekir. Teknolojik araçların yaratımı ve işletimi için gereken tüm bilgi ve süreçler – mühendislik bilgisi, üretim uzmanlığı ve pek çok teknik yetenek – teknolojinin birbiriyle aynı öneme sahip parçalarıdır.

Teknoloji tarihi içerisinde sıkça karşımıza çıkan mucitler, genellikle kuramsal bilgiye dayanmadan, becerilerini sezgileri ile bütünleştirerek, teknolojik yenilik diyebileceğimiz üretimlerde bulunmuşlardır. Endüstri devrimi sonrasında ise teknoloji, bir zanaatkârın bilebileceğinden çok daha geniş bir bilgi birikimine dayalı hale geldi ve buna bağlı olarak yeni teknolojilerin geliştirilmesi, üretilmesi ve işletilmesi için büyük çaplı örgütlenmeler gerekti. Endüstri devrimi, üretimin mekanizasyonu, giderek karmaşıklaşan fabrika düzeni, üretilen ürün miktarındaki artış ve bu artışa bağlı olarak oluşturulan küresel piyasa ile nitelenebilir. Endüstri devriminin bir sonucu olarak toplumsal yaşamın ekonomik, politik ve teknolojik olarak sonraki 200 yıl içerisinde hemen hemen dünyanın her yerinde büyük bir dönüşüm geçirdiği kabul edilmektedir.

 Nitekim 20. yüzyılın başından itibaren teknoloji alanında birbirine bağımlı teknolojilerin oluşturduğu karmaşık ağlar geliştirildi, teknoloji politikaları ve düzenlemelere ihtiyaç duyuldu, teknoloji bu politikalar ve düzenlemeler yoluyla hükümetler tarafından biçimlendirilmeye başlandı. Teknoloji sözcüğünün anlamı da bu değişimleri yansıtabilmek için dönüşüm geçirdi. 19. yüzyılda basitçe, vagon tekerleklerinden telefonlara, pamuklu 3 giysilerden buhar makinalarına fiziksel ürünleri üretmeye yarayan pratik sanatları ifade eden teknoloji, 20. yüzyılda insanın maddi istek ve arzularını karşılayan araçlardan, bunların üretildiği fabrikalara, bilimsel bilgiyi, mühendislik bilgisini ve teknik ürünlerin kendisini işleyen örgütlenmelere dek her şeyi içeren bir anlama sahip oldu. 

Bilim ve teknoloji günümüzdeki anlamlandırmada sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bunun 20. yüzyılda bu hale geldiğini akılda tutmak gerekir. Doğal dünyanın bilimsel kavranışı günümüzde teknolojik gelişmenin temelini oluşturmaktadır. Örneğin, bilgisayarları olanaklı kılan entegre devrelerin yapılabilmesi, transistörlerin varlığına bağlıdır. Transistörler ise silikon ve diğer maddelerin elektrikle ilgili özelliklerini anlamaya, yani kimya alanındaki gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan teknoloji de bilimsel araştırmaların yapılabilmesi için eskisinden daha elverişli bir zemin yaratmaktadır. Bilgisayarların sağladığı hızlı işlem yapabilme ya da modelleme yapabilme olanakları küresel ısınmayı araştırabilmek için iklim modellemeleri yapılabilmesini sağlamaktadır. İletişim teknolojileri sayesinde mümkün olan geniş ağlar, bilim insanlarının bilgiyi hızla paylaşabilmelerini ve böylece bilgi birikiminin hızla bir araya gelmesini sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında açıktır ki, teknolojik gelişmeleri bilimsel gelişmelerden ayırabilmek son derece güçtür. Apollo 11 Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’i ayın yüzüne indirdiğinde pek çok insan bunu bilimin zaferi olarak tanımlamıştır. Zararlılara karşı koyabilen genetik ürünler ortaya çıkınca bunlar da topluca bilimin başarısı olarak görülmüştür. Her ne kadar bilim bu gelişmelerin hepsinin bütünleşik bir parçası olsa da, bunlar aslında teknoloji ile ilişkilidir. Belli bir yeteneğin, bilginin ve tekniğin bilimden tamamen farklı olarak uygulamasıdırlar. Bu uygulamalar yeni insan ürünü nesneler ortaya çıkartırlar ve bu nesnelerin insanın doğayla başa çıkması ve yaşamın gereklerinin üstesinden gelmesini sağladığı varsayılır. 

Teknoloji sıkça yenilik kavramı ile ilişkilendirilir. Ancak bu yeniliğin fark yaratan bir yenilik olması esas alınmakta ve günümüzde inovasyon olarak kavramsallaştırılmaktadır. İnovasyon, Latince bir kelimedir ve kaynaklara göre innovatus’tan türetilmiştir (Marxt ve Hacklin, 2005: 414). “Toplumsal, kültürel ve idari ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya başlanması” (Marxt ve Hacklin, 2005: 415) anlamına gelmektedir. En basit tanımıyla, bir ürün ve hizmete katma değer kazandıran fikirlerin geliştirilmesi ve bu fikirlerin hayata geçirilerek uygulanması şeklinde tanımlanan inovasyon, bir başka deyişle bir fikrin pazarlanabilir bir ürün veya hizmete, yeni veya geliştirilmiş bir üretim süreci veya dağıtım yöntemine dönüşümünü kapsamaktadır. 

Teknoloji tüm bu anlamlandırmalar içerisinde toplumsal yaşamı oluşturan tüm süreçlerle yakından ilişkilidir. Bu toplum ile teknoloji arasındaki ilişkiyi önemli hale getirir. Bu ilişki içerisinde toplum da teknoloji de sürekli değişim gösteren bir yapı sergilerler. Bu da bu ilişkiselliği bütünsel olarak kavramayı güçleştirir. Toplumu anlamaya ve açıklamaya çalışırken, toplum-birey ilişkisine dair bir yer belirlememiz gerekmektedir. Toplumu genellikle “insanların oluşturduğu ilişkiler sistemi” olarak ele alırız. Ancak bu ele alış iki farklı yaklaşımı gündeme getirir. Bireyci yaklaşım olarak tanımlayabileceğimiz yaklaşıma göre, “toplum insanların davranışlarının toplamı” olarak tanımlanabilir. Bu tanımda elbette analiz birimi “birey”dir. İkinci yaklaşım ise “toplumu kendisine özgü bir gerçeklik” ve “bireylerin ilişki ve davranışlarında belirleyici” olarak kabul eder. Bu ayrım sosyal bilimlerin farklı alanlarında farklı yaklaşımların ortaya çıkması anlamına gelmektedir (Giddens, 1984: 1- 5). 


Birey ve topluma ilişkin bu iki uçta yer alan açıklamalar yanında, bu iki çatışan görüşü aynı potada eriterek “bireyler toplumu, toplumsa bireyi” üretmektedir diyen yaklaşımlar da söz konusudur. Ancak bu model de iki modelin basit bir biraraya getirilmesi olduğundan eksiktir. Eleştirel gerçekçilik, her üç yaklaşımın da eksik olduğunu söyler. Birinci model, sadece insan etkinliği, eylemleri üzerinde yoğunlaşmıştır. İkinci model, bireyleri belirleyen değişken toplum, yani şartlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Üçüncü model ise doğrusaldır ve insan ve toplum arasındaki dinamik etkileşimi ve bu etkileşimi belirleyen mekanizmaları gözden kaçırmaktadır. Bhaskar’ın (1979) bu eleştiriler sonrasında önerdiği model, “dönüşümcü toplum modeli” olarak tanımlanmaktadır. Bu modelde “toplum tarihsel olarak belirlenmiştir”. En geniş anlamıyla tarihsel bir andaki insanlar arası ilişkiler bütünü olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında tarihsel bir an ya da kesit içerisinde toplumu bireyler yaratmaz. Toplum sürekli olarak bireylerden önce vardır ve bireylerin eylemi için gerekli çerçeveyi sağlar. Yani “toplum bireylerden değil, bu bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinin toplamından oluşur.” Bu ilişkisel bakış açısı, sadece insanlar arası ilişkileri değil aynı zamanda insan-doğa ilişkisini de içerir. 

Toplumun bu biçimde kavranması iletişim kavramını son derece önemli hale getirir. Ancak iletişim’in kavramsallaştırmasında da aynı zorluklarla karşılaşmaktayız. İletişimi matematiksel olarak kavrayan model oldukça basittir. Bir kaynak ve bir alıcı arasında bir iletişim kanalı bulunmaktadır. Bu kanaldan kaynaktan alıcıya doğru enformasyon iletilmektedir. Bu basit modelin toplumsal iletişimi bütün boyutları ile kavramak açısından ne denli eksik olduğu açıktır. Bu nedenle sürece gürültü, geri besleme gibi bazı eklentiler yapılsa da, bu model toplumsal iletişimi açıklamak ve anlamak için yeterli hale gelememektedir. İletişim, toplumu bir ilişkisel bütünlük olarak kavradığımız noktada tüm bu ilişkisellikleri, bireyler arasındaki, birey ile toplum, birey ile doğa ve toplum ile doğa arasındaki ilişkisellikleri içermek zorundadır. İletişimin kelime anlamı yaygın enformasyon paylaşımıdır. Her türlü enformasyon akışını iletişim olarak tanımlamak mümkündür. Diğer taraftan az önce bahsettiğimiz iletişimin matematiksel modelini kuran Shannon ve Weaver’ın matematiksel iletişim modeline (1949) göre birisinin fikirlerinin diğerlerini etkileyebileceği tüm eylemler iletişimdir. Bu eylemler sadece yazı ve sözü değil, müziği, resmi, tiyatroyu, baleyi ve tüm insan eylemlerini kapsamaktadır. Kişiler arası ve kitlesel, sözlü ve sözsüz biçimlerinin varlığı, anlama, anlamlandırma süreçleri ile ilişkisi, iletişimi anlamak ve açıklamak üzere pek çok model ve teorinin oluşmasına neden olmuştur. Bütün bu model ve teorilerin ortak noktası iletişimin yaygın enformasyon paylaşımı olarak anlamlandırılması yanında iletişimin toplumu oluşturan ekonomik, politik, kültürel tüm ilişki düzeyleri ile yakından ilişkili olduğunun kabuludur. Teknoloji de bu çerçevede toplumsal iletişim süreçlerini giderek daha fazla dolayımlayan ancak bunun yanında toplumsal yaşamın temelini oluşturan üretim ilişkileri, bölüşüm ilişkileri ve egemenlik ilişkilerine dahil olan bir kavramdır. 














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder